Muhteşem turkuaz kıyılarda yelken açan geleneksel bir guletin güvertesinde olmaktan daha huzur verici bir şey hayal edebiliyor musunuz? Kulaklarınızda dalgaların hışırtısı yankılanırken büyüleyici kıyılar boyunca rüzgârla yol alıyor, doğanın kucağında bambaşka bir dünyaya gidiyorsunuz. Mavi Yolculuk, Türkiye’nin saklı güzelliklerini ve gizli koylarını keşfetmek için atıldığınız bu macerada sizinle Akdeniz’in dillere destan güzellikleri arasına hiçbir şeyin girmesine izin vermiyor.
Gulette hayat olabildiğine rahat ve tasasız –tam da Mavi Yolculuğun ruhuna uygun. Mürettebatın yakın ilgisi teknede dostça ve samimi bir ortam yaratıyor. Tek yapmanız gereken kendinizi onların özenli ilgisine teslim etmek ve keyfinize bakıp bu deneyimin tadını çıkarmak.
Teknede keyfinize bakarken, güzelim kıyılar ve ormanların yeşiliyle iç içe geçmiş derin mavi suların sihrine kapılmak için dilediğinizce vakit bulabilirsiniz. Daha maceracı olanlar, denizin derinliklerine dalıp gözlerinin önünde süregiden sualtı dünyasının baş döndürücü dansını izlerken bir yandan da tenlerinde suyun serinliğini hissedebilirler.
Bu yolculukta dinlenmekle ve huzuru bulmakla kalmayacak, aynı zamanda Kleopatra’nın özel plajını, Olimpos Dağı’nın sönmeyen ateşini ve Myra antik kentinde eski bir medeniyetin arkeolojik kalıntılarını da keşfedeceksiniz. Çoğu denizle iç içe yaşayan, şehirlerini Ege ve Akdeniz kıyılarına kuran bu medeniyetler artık yıkılmış olsalar da hâlâ birer keşfedilmemiş cevherler. Bu yolculuk, pek az insana nasip olacak şekilde antik çağlara yerinde bir göz atmak,Türkiye’nin zengin tarihi mirasına tanıklık etmek için de büyük bir fırsat.
Macera, antik çağlarda Telmessos olarak bilinen ve adını Apollon’un oğlundan aldığına inanılan Fethiye’de başlıyor. Yıllar içinde ismi defalarca değişen kent nihayet 1914’te, Türk Hava Kuvvetlerinin ilk şehidi Fethi Bey’in anısına Fethiye adını alıyor. Fethiye’nin güney kısmında Antik Çağ’dan kalma görülmeye değer pek çok lahit mezar bulunuyor. Bunlardan en ünlüsü de kayalara oyulmuşolan, muhteşem güzelliktekiAmintas Kral Mezarları.
Ardından Akdeniz’in sakin sularında Ölüdeniz’e -Türkiye’nin belki de en güzel yerine- yelken açıyorsunuz. Ölüdeniz’in her daim durgun suları sizi kum zemini vesuya aksi vuran çam ağaçlarının yeşiliyle daha bir vurgulanancanlı turkuaz rengiyle büyüleyecek. Bu billur gibi berrak sular benzersiz bir yüzme deneyimi sunmanın yanı sıra her tür su sporu için de ideal.
Sırada Gemiler Adası var. Küçücük bir ada olmasına rağmen tarihi kilise ve sarnıç kalıntıları gerçekten görülmeye değer; üstelik bu ada bir süre Aziz Nikolaos’a da ev sahipliği yapmış. Bizans döneminden kalmakonutları, mezarlığı ve iki kiliseyi birbirine bağlayan tüneliyle Gemiler Adası, Orta Çağ kalıntılarını keşfetmek için harika bir fırsat. Adanın en tepesine çıkarak Akdeniz’in ve adanın iç kısımlarının büyüleyici manzarasını görmeyi de sakın ihmal etmeyin. Burada belki de hayatınızın en güzel fotoğraflarını çekeceksiniz.
Yolculuğun bir sonraki etabındasabahın erken saatlerinde Yedi Burunlar ve Patara geçiliyor çünkü günün ilerleyen saatlerinde ters rüzgârlar ve dalgalar bu yolculuğu bir parça rahatsız kılabiliyor. Güne bu kadar erken başlamak herkesin harcı olmasa da sabah göğünde parlak bir küre halinde yavaşça yükselen güneşin dört bir yana yaydığı ışınlarla anbean güçlenip canlanan renkleri ve güneş yükseldikçe ışıyıp ısınan gökyüzünü izlemek büyüleyici. Zaten çok geçmeden kendinizi kahvaltı için demirleyeceğiniz, balıkçıların favori yerlerinden Yeşilköy Koyu’nda bulacaksınız.
Bir sonraki durak: Kaş. Yüzünü Akdeniz’in ışıl ışıl sularına dönmüş dağların ayaklarındaki bu korunaklı liman, bozulmamış tarihi ve doğal dokusu ile tartışmasız bir cazibe merkezi. Likya’nın en önemli kentlerinden biri ve Roma döneminde piskoposluk merkezi olması boşuna değil yani. Günümüzde ise birbirinden güzel 30 dalış noktasıyla aynı zamanda bir dalış merkezi. Batıklar, resifler, tüneller, kanyonlar arasından hangi sualtı güzelliğini keşfe çıkacağınızı şaşıracaksınız.
Kaş’tan sonra, Meis (Kastellerizon) Adası’nın tam karşısında yer alan Uluburun’u ve Aperlai antik kentinin bulunduğu Sıcak Yarımadası’nı geçip Kekova’ya ulaşıyorsunuz. Mavi yolculuk müdavimlerinin demirlemeyi en sevdiği yerlerden biri olan Kekova tarihle doğanın buluşma noktası. Kekova ismi, çok sayıda antik kalıntıya ev sahipliği yapan adadan geliyor ve adanın güneybatısındaki Tersane Koyu da Roma döneminden kalma tersane ve Bizans dönemi bazilika kalıntılarıyla görülmeye değer. Ayrıca kıyı boyunca ilerlerken bugün bu bölgeye “Batık Kent” denilmesinin sebebini de bizzat görecek, tarih boyunca yaşanan depremlerle sular altında kalmış evlerin yanından geçeceksiniz.
Bir sonraki durağınız Simena antik kenti, Antik Likya’nın büyüleyici fotoğraflarını çekmek için yeni fırsatlar sunuyor. Yine bu bölgedeki Kayaköy, doğal güzellikleri ile Orta Çağ ve Antik Çağ kalıntılarıyla tarihi zenginliği aynı potada eritmeyi başarmış bir yerleşim. Köyün en yüksek noktasındaki Haçlılardan kalma iyi korunmuş kalenin içindeki küçük tiyatro kesinlikle görülmeye değer.
Sonrasında Demre’ye yaklaşırken göreceğiniz ilk şey ise bir tepenin üstündeki, Hellenistik ve Roma devirlerine tarihlenen Likya kaya mezarları ve şehir surlarıyla çevrili akropol. Güvercin yuvası tipi ve ev tipi mezarların çoğu hasar görmüş ama kitabeleri ve rölyefleri hâlâ görülebiliyor. Ayrıca nekropolün yakınlarında, oturma yerleri yarı Yunan yarı Roma tarzı bir tiyatro da bulunuyor. Burası Likya’nın en iyi korunmuş tiyatrosu. Demre’den isterseniz Çayağzı Koyu’na giden turlara katılarak Myra kalıntılarına gidebiliyorsunuz. Myra bir Likya kenti olmasının yanı sıra Bizans döneminde çocukların, yoksulların ve denizcilerin koruyucusu olarak bilinen Piskopos Aziz Nikolaos’unda kenti.
Sırada şık yat limanı, parke taşlı yolları çevreleyen iyi korunmuş eski Rum evleri, dört bir yanda kırmızı ve pembe begonvilleriyle muhteşem fotoğraflara sahne olma potansiyelinin yanı sıra farklı kültürlerin renkli füzyonunun ve hayatın devamlılığının canlı kanıtı olan Kalkan var. Buradan isterseniz Likya’nın başkenti Xhantos ile ticaret limanı Patara’ya ve elbette Likya bölgesinin en önemli dini merkezi Letoon’a özel turlar ayarlanabiliyor.
Türkiye ve Türkiye kültürüne dair her şeyi bulabileceğiniz Kalkan’da bir gecenin ardından yine erken saatlerde, huzurlu olduğu kadar da etkileyici bir koy olan Turunç Pınarı’na doğru yola koyuluyorsunuz. Eğer seyahatiniz Haziran ile Eylül arasına denk geliyorsa, ismini bu aylarda burada görülen kaplan kelebeğinden alan Kelebekler Vadisi’nde bir mola verebilir,denizin üzerinde uçuşan binlerce renkte ve sayısız çeşitte kelebeği izleyebilirsiniz. Vadiye geldiğinizde, el değmemiş doğası, geniş kumsalı, ışıl ışıl suları ve çakıl taşlarıyla kendinizi yeryüzünde bir cennette gibi hissedeceksiniz. Buradan son olarak Samanlı Koyu’nda turkuaz sulara dalacak ve Mavi Yolculuğu başladığınız yerde bitirmek üzere Fethiye’ye döneceksiniz.
Şurası kesin ki Türkiye’nin masmavi koyları kadar Mavi Yolculuk isminin hakkını veren pek az rota vardır. Bu yolculuktan öyle unutulmaz anılarla döneceksiniz ki deniz üzerindeki konforu tekrar tekrar yaşamak için geri gelmek isteyeceksiniz.